ANASAYFA

başarılı olmak

Aşağıda ünlü hukukçu Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil’in iç disiplin   (iradeli olmak) hakkında yazmış olduğu bir makale bulunmaktadır.

Genç okuyucum! Şimdi sana, gerek kendi şahsın, gerek aziz ailen, büyük milletin ve cihanşümul insanlık için hayırlı ve faydalı bir surette yetişip muvaffak olmanın en esaslı şartlarını göstermeye başlıyorum.

 Muvaffakiyetin ilk şartı iradeli olmaktır. Bu şartların birincisi ve hiç şüphe etme ki hayat için her şeyden evvel geleni, iradeli olmaktır. Gevşekliğin, havailik, hoppalık, züppeliğin, türlü şekilleri ile adına tembellik dediğimiz sefalet şeytanı ve muvaffakiyet düşmanının yıldığı biricik silah iradedir. İyilik yolunda iradeni kullanabiliyorsan, korkma. Arkadaşın kötüsü semtine uğrayamaz. Karşıda safsatacıların ağzı ötmez; kötü örnekler zehirli dillerini çıkarıp seninle alay etmez. Tekrar edeyim ki, insan zekası ve bilgisiyle değil, ancak iradesi ile insandır.

 Zeka ve bilgi az çok hayvanda da vardır. Fakat, hususiyle, ahlaki manada irade canlı uzviyetler zincirinin son halkasını teşkil eden insana mahsus bir kudret ve imtiyazdır. İrade yalnız insanı hayvandan değil, hem de insanları birbirinden ayıran ve aralarında üstünlük ve aşağılık farkları yaratan yegane ruhi kuvvettir. Etrafına bak, gördüğün üstün insanlar bunu hep iradelerinin kuvvetine borçludurlar. Tarihte şerefli yer almış ve ün kazanmış şahsiyetlerin hepsi bunu irade silahı ile fethetmişlerdir. Bu bir kaidedir ve istinası yoktur. Basit zekalı, az bilgili, hatta bilgisiz insanlardan muvaffak olanlar çok görülür. Fakat, zayıf iradeli insanlardan muvaffak olmuş ve yükselmiş tek bir misal gösterilemez. Çünkü muvaffak olmak ve yükselmek sırf gayretin meyvasıdır; gayret ise, iradenin ifadesidir.

 Daha iyi düşünürsek, iradeli olmak sadece maddi ve içtimai manada bir muvaffakiyetin değil, mesut olmanın bile temel şartıdır. İnsanların çoğu bindiği eşeği unutup da, kayboldu sanarak pazarda eşek arayan Nasreddin Hocaya benzerler. Onlar da, saadetin kendi içlerinde olduğunu unutarak, onu barlarda, kahvelerde ve eğlencelerde ararlar. Sen bu gaflete düşme ve inan ki, muvaffakiyetin sırrı gibi, saadet kuşu da kendi içimizde ve içimizin en orijinal ve insani bir kudret kaynağı olan irademizin altından kafesi içindedir. Saadet define gibi bir tesadüf kazması darbesiyle bulunuveren bir nimet değildir. O ne şanstır, ne mirastır, ne piyangodur, ne mevki ve servettir. Saadet, cehd ile irademizin kuvvetiyle zapt edebileceğimiz bir kaledir.

 İrade üzerine düşünceler : İradeli olmanın hayat ve muvaffakiyet için taşıdığı yüksek ehemmiyet üzerinde anlaştıksa okuyucum, artık senin beklediğin ve asıl bilmek istediğin noktalara geçebiliriz : İrade nedir? İradeli olmak ne demektir? Herkes iradeli olabilir ve kuvveti yolunca kullanabilir mi? İrademizde hür ve muhtar mıyız? Yoksa bizim elimizde olmayan sebep ve müessirlerle bağlı mıyız? Cehtle ve iyi bir terbiyenin yardımıyla iradeli olmak mümkün müdür? Mümkün ise, bunun yolları ve şartları nelerdir?

 Seni, ilmin ve felsefenin en çetin ve çetrefil meseleleriyle karşılaştırdığımı itiraf ederim. Asırlar içinde filozofları ve ilahiyatçıları birbirine düşüren ve bitmez tükenmez münakaşalara mevzu olan bu meselelerle seni biraz düşündürüp yoracağım. Fakat, temin ederim ki bunlar yorulmağa ve üzerinde durulup düşünülmeğe değer meselelerdir. Dikkat edersen hayatımızın planı ve mukadderatımızın inkişafı bu noktalar üzerinde düşünüp vereceğimiz karara ve edineceğimiz kanaate bağlıdır. İradenin üstün kuvvetine, bunun cehtle ve iyi terbiye yardımı ile elde edilebilmesinin mümkün olduğuna mı inanıyoruz? Bu takdirde hayatımızın planı şu olur: gayret, her gün biraz daha gayret...

 Yavaş da olsak daima iyiliğe ve kemale doğru emin bir ilerleyiş. İradenin insan için yüksek değerine kulak asmıyor ve bunun cehtle elde edilemeyeceğine mi inanıyoruz? Bu takdirde de tutacağımız yol, ya kör talihe küserek uyuşukluğa ve miskinliğe düşmektir, yahut da hava ve hevese uyarak kendimizi hoppalık ve züppeliğin pençesine kaptırmaktır. Fakat, bilelim ki, her iki takdirde varacağımız nokta aynıdır : Sefalet ve pişmanlık.

 Yukarıda sıraladığım meseleler cidden çetindir. Ve, muhakkak ki insan muammasının en esrarlı birer düğüm noktasıdır. Fakat, genç arkadaşım, sakın gözün yılmasın. Bu meselelerde seni metafizik dolanbaçları içine sokup da, çıkmak için, sana girdiğin kapıyı aratacak değilim. Uzun ve ince ruhiyat münakaşa ve tahlillerine girişip de zihnini bulandıracak ve içini sıkacak da değilim. Esasen bu türlü münakaşa ve tahlillere girişmeğe benim tam bir ehliyetim de yoktur. Zira ne meslekten filozof, ne de müteasıs bir ruhiyatçıyım. Ben sadece senin geçtiğin yoldan geçmiş, duyduğun boşluğu duymuş ve çektiğin ıstırabı çekmiş bir hocayım. Ben seninle bu sıfatla ve bir hoca ağzı ve usulü ile konuşacağım. Seninle el ele verip hayata inecek ve insanlar arasına gireceğim. İnsan işlerini ve eserlerini gözden geçirip sana meselelerimizin cevabını realitelerin kendi dillerinden dinleteceğim. 

      İrade nedir ve iradeli olmak ne demektir? İradenin ne olduğunu anlamak için faaliyet hayatımıza, yani benliğimizin dış alemle temasını temin eden fiil ve hareketlerimizin topuna birden dikkatle bakalım. Çünkü, şimdiden söyliyeyim ki irade kelimesi ile ifade ettiğimiz ruhi meleke, bir takım fiil ve hareket şeklinde beliren bir kuvvettir. Şu halde onu, herşeyden evvel faaliyet hayatımızda aramamız ve bu hayatın hayret verici büklümleri içinden çıkarmamız lazımdır.

 Okuyucum! Bilirsin ki, bedeni ve ruhi iki nevi varlıktan mürekkebiz ve bedeni yahut maddi varlığımız itibariyle herşey gibi, biz de umum tabiat kanunlarına bağlıyız. Mesela, cisimler gibi biz de düşeriz. Her maddi varlık gibi, türlü tesirler altında biz de ırgalanır sallanırız. Hülasa, bu bakımdan cihanşumul tabiat deryası içinde yüzen bir saman çöpüyüz. Fakat, ruhi varlığımız ve şuurlu bir benlik olmamız itibariyle; muhakkak ki bir saman çöpünden daha başka bir şeyiz  : İçinde (şuur) dediğimiz bir kudret haznası taşıyan canlı bir uzviyetiz ve hızını bu haznanın esrarından alan sayısız fiil ve hareketlerin süjesi ve failiyiz. Şöyle tasavvur et ki, kainat bir denizdir, biz insanlar ise meçhul bir semte doğru yol almış giden (hayat gemisi)’nin yolcularıyız. Dalgaların çırpıntısı ile sallanan geminin içinde biz de sallanmaktayız. Bununla beraber kimimiz kazan ağzında ocaklara kömür atıyor; kimimiz güvertede elleri arkasında gezinip bakınıyor; kimimiz de kaptan köprüsünde, önünde pusula, dümen tutuyor...

 Ne demek istediğimi tabii anlıyorsun. Hepimiz etrafımızdaki herşeyle beraber, gemimizin sallantısına uyarak eğilip ırgalanıyoruz. Fakat, aynı zamanda ayrıca kendimize mahsus hareketler de yapıyoruz. Ve hissediyoruz ki, eğilip ırgalama şeklindeki birinci nevi hareketler (bizim) değildir.  Bunlar tabiat faktörlerinin eseridir. İkinciler ise, (bizim)dir. Bunların yapıcısı ve sahibi bizizdir. Gerçi iyi düşünürsek, berikiler de, birinci nevi hareketler gibi, (yaratıcı kudret)’in var edici görünmez eliyle vukua gelmektedir. O sonsuz denizi çalkalayıp gemimizi sallayan kudrete, güvertede bizi gezdirip etrafa bakındıran, kaf ağlatan, hülasa bizi var edip hayat sahnesine gönderen –adına ister Tanrı de ister Dieu—hep aynı kudrettir. Şu fark ile ki, bu ezeli ve namütenahi kudret, (bizim) dediğimiz hareketlerde doğrudan doğruya değil de, bizim benliğimiz vasıtasiyle müessir olmakta; eserle müessir arasına, sanki üçüncü bir varlık olarak, (biz) girmekteyiz. O edebi ve aynı olan kudret bizi hareketlerimizde ve yaptığımız işlerde serbest bırakmaktadır. O kudret nedir? Onu sorma:

 

              Halletmediler bu lügazın sırrını kimse

Bin kafile geçti hükemadan, fuzeladan.                              Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil,

                                                                     Gençlerle Başbaşa, İst. 1972